Facebook

20 Nisan 1933 Razgrad Olayı

20 Nisan 2018 Cuma

Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde bulunan Türk mezarlığı 20 Nisan 1933’te Bulgarlar tarafından tahrib edildi. Bunun üzerine İstanbul’da üniversite öğrencileri Bulgar mezarlığına çelenk bıraktı. İstanbul’da gösteriler yapıldı. 2 gün süren gösteriler neticesinde birçok öğrenci gözaltına alındı.
Razgrad Olayı ile ilgili Atatürk Anekdotu:

Yıl 1930, Atatürk haber alır ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü’yü çağırır, sorar.
– “Koca siyasi, bak Bulgaristan’da Türk mezarlığı sökülmüş, bizim gençlik buna karşı bir numayış yapmış ve bir kısmı şimdi nezaretteymiş. Sen bu hadiseler hakkında ne düşünürsün?” demiş.
Türk devletinin Hariciye vekilinin cevabı ibret vericidir.
– “Paşam, vatanseverlik kolay değildir. Bu gençleri mahkum edelim. Vatanseverlikten dolayı onları böylece mükafatlandırmış oluruz. Bulgar dostlarımıza da ‘biz sizinle o kadar dostuz ki bu uğurda kendi gençlerimizi mahkum ettik’, deriz ve böylece meseleyi iki cephesiyle halletmiş oluruz .”
– Atatürk’ün cevabı ise; “Koca siyasetçi, sen bu kadar anlarsın. Senin dediğin gibi yaparsak, arkamızda olan gençliği karşımızda buluruz. ”

BULGAR SADIK: Unutulmuş Bir Kahraman, Gerçek miydi yoksa efsane mi ?

5 Şubat 2018 Pazartesi

Adı Stoyan’dı, Bulgar doğdu, Türk ve Müslüman olarak öldü. Hatıralarında Bulgar ordusunun küçük rütbeli bir subayı iken kendisine ve Türklere kötü muamele eden binbaşısını döverek atı ve eşkıya reisi dedesini hatıra defteriyle firarar ederek Edirne’ye kaçtığını yazmakta. Bulgaristan 1877/78 (93) Osmanlı /Rus Savaşı’ndan sonra Prenslik olarak yarı bağımsız hale gelince Makedonya’ya da göz dikmiştir. Nasıl olsa Osmanlının işi bitecektir. Makedonya, üzerinde hak iddia eden bütün 2486_1[1]Balkanlıların çetecileriyle kaynamaktadır. Stoyan Türklerin safına geçtiğinde  tanıdığı Bulgar çeteleriyle  mücadele etmeye başlar. Hatta Trakya’da o dönem var olan Bulgar köylülerini Bulgaristan lehine teşkilatlandırıp tuzağa düşürür, en başta papazlar komitacılara yataklık etmektedir (haydi kalan kiliseleri tamir edelim!  Gazi Mustafa Kemal Paşa Bulgaristan’la 1925’te bir mübadele anlaşması yapmış Trakya’da ki Bulgar ahaliyi Bulgaristan’a def etmiştir). Yakalattığı komitacıların rüşvetle serbest bırakıldığını öğrenince isyan eder ve dağlara çıkarak kendi başına Bulgarları avlamaya başlar. Bir süre Lefter Kaptan çetesine katılır ve Yunanlı çete reisini öldürür, köprü bombalamak, tiren soygunu, fidye için Protestan misyoneri dağa kaldırmak artık olağan işlerindendir, artık o da bir zalimdir. Stoyan 2.Meşrutiyet öncesinde Dırama, Nevrekop, Sarışaban, Serez, Demirhisar (gaibten sesler)  civarında faal bir çetecidir, Balkan Kazanı fokur fokur kaynamakta Osmanlı canını dişine takarak bu eşkiyalarla mücadele etmektedir (Avcı Taburları). Bulgarlar Rumları, Rumlar Bulgarları hepsi birden Türk ve Müslümanları öldürmekte, etnik temizlik yapılmaktadır. Stoyan sonunda yakalanır. İdam sehpasını beklerken Makedonyalı katil Bulgar çetecisi Sandanski’nin kendisini ihbar ettiğini öğrenir. Bulgar çeteleri arasında da rekabet vardır. Bu Sandanski daha sonra 31 Mart vakasında Hareket Ordusuyla İstanbul’a gelip Taksim Topçu Kışlasını Enver Paşayla birlikte basacaktır, yani Kahramanı Hürriyet(!)tir. Bazı ulusalcı yayınlarında böyle tarif edildiğine rastladım, ezberci zihniyetin güdük kalmış analiz yeteneğidir bu! .
Stoyan Pişmanlıklar içinde boşa giden hayatını düşünürken ağlamaktadır, O sırada yüzbaşı Ahmet odaya girer, haline acır, onunla konuşur, Türk tarafına geçmesi ve Müslüman olması için ikna eder.  Bir süre sonra Padişahtan af emri gelir ve İstanbul’a çağırılarak görevlendirilir. İhtida eder, artık Mehmet Sadık’tır, Ethem Paşa adlı birinin himayesine gerer. Tekrar Makedonya’da görevlendirilir, bir çatışmada ağır yaralanır, çenesi bile parçalanmıştır, 8 ay Selanik Askeri hastanesinde tedavi görür, ne hekimlerimiz varmış! Selanik henüz minareler Şehridir (yine gaibten sesler!). Makedonya’da çok tanındığı için İstanbul’a geri hizmete alınır. Mehmet Sadık Abdülhamit’i sevmemekle birlikte Hafiye başı Fehim Paşa’nın espiyonaj tekliflerini reddeder. İttihatçılar iktidara geldiğinde doğrudan Talat Paşa’nın emrine girecektir,  artık onunla istediği anda görüşebilen bir Teşkilat-ı Mahsusacı‘dır. Aynı zamanda Bulgaristan Türklerinin liderlerinden Sofya’da ki avukat Ethem Ruhi beyin de adamıdır..
Talat paşa Sultan 2.Abdülhamit’i birlikte “hal” ettikleri komitacılardan sıkıntılıdır ne istedilerse verdik(!), daha ne istiyorlar! durumunda olduğu için en sonunda Makedonya Bulgar çetecilerinin elebaşlarının bertaraf edilmesi işini de Bulgar Sadık’a havale eder. Sadık, peynir ticareti yapma bahanesiyle Sofya‘ya gider ve geceleri orduevinin önünde dilenci kılığına girerek Hacıyef  ve Dimitri Atanas adlı  iki azılı çete liderini gözlemeye başlar, neticede bir gece onları bıçaklayarak öldürür, sabah gazetelerde Makedonyalı Bulgar çetecileri Alman yanlısı Bulgarların katlettiğine dair haberleri okur. Kimsenin aklına bu işi Teşkilatın yaptığı gelmemiştir. O zamanlar Bulgaristan Rus ve Alman yanlıları olarak ikiye bölünmüştür, Bulgar Çarı Alman Saks-Koburg hanedanından biridir. Sofya Alman yanlısı, Makedonya Bulgarlarıysa Rus yanlısıdır. Bir ara yakalanıp hapsedilir, onun Bulgar kralını (çarını) öldürmeye gelen bir suikastçı olduğu sanılmaktadır, askeri hapishanede ağır eziyet gördüğünü sonunda idama mahkum edildiğini hatıralarında yazmaktadır. Bu arada Bulgarlar ağzından laf almak için Bulgar nihilisti dir diyerek bir casusu da odasına yerleştirirler. Sadık bir süre sonra öldürüleceğini tahmin etmektedir, ajan pencere rüzgarından üşüdüğünü yataklarının yerini değiştirmeyi teklif edince buna iyice kanaat getirir. Gece adam derin uykuya dalınca karyolaların yerini değiştirir ve akabinde kapının üzerinden açılan yaylım ateşle ajan onun niyetine öldürülür. Birkaç gün sonrada hapisten kaçarak maceralı bir yolculukla Varna üzerinden bir kömürcü motorunda kaçak yolcu olarak İstanbul’a varır, görevini bitirmiştir. Şimdiki işi, hapisteyken kendini ihbar ederek yakalanmasına sebep olan Babıali’de ki tercüman kılıklı ajan Bulgaristan Çingenesi ile hesaplaşmaktır. Onu büyük adaya davet ederek yüzleşir ve öldürür.
Hatıraların bir kısmı 31 Mart vakasıyla ilgilidir ve kaynaktır. 31 Mart yani 13 Nisan 1913’te Sadık bir taharri memuru yani sivil polistir. Zaptiye Nezaretince görevlendirilir, bir nefer kılığına girerek Sultanahmet’teki erat arasına karışır. Avcı taburları ayaklanmıştır, Volkan gazetesi günlerdir kışkırtıcı yayın yapmaktadır, Avcı Taburları “şeriat” istemektedir, Hamdi Çavuş diye birileri başkandır, mektepli subaylar öldürülmektedir, Hüseyin Cahit (gazeteci muhalif) Rus konsolosluğuna sığınarak canını kurtarır. İsyancılar bir işkembeci dükkanını karargâh etmiştir, aralarına girer, öldürülecekler listesinin olduğu defteri bir bahaneyle  alıp  inceler ve yanmakta  olan odun ateşine çaktırmadan atar, o sırada isyancılar Sadrazam tayin etmekle meşguldür.
Bulgar Sadık hiçbir şekilde Abdülhamit taraftarı değildir, hatta aleyhinde yazmakta fakat onun 31 Mart ayaklanmasını tertip ettiğine de inanmamakta, bunu ispatlayacak delil yoktu  demektedir.
Birinci Dünya savaşı sırasında Çanakkale’ye gitmek isterse de Talat  Paşa onu Çarlık Rusya’sında Sen Petersburg yakınında ki bir cephane fabrikasını berhava etmekle görevlendirir. Almanlar birkaç defa bu işe girişmiş, başarılı olamamıştır. Bunun üzerine Türklerin yardımı istenmiştir. Sadık’la beraber iki Alman subayı, savaş sırasında zoraki müttefikimiz Bulgaristan’ın bir ajanı ve iki Giritli Türk Bükreş üzerinden Petersburg’a gidecektir. Alman subayları ve Bulgar ajan daha Bükreş’te iken kaçarlar. Sadık buna çok sevinmiştir zaten onlardan hiç hoşlanmamıştır. Giritli iki adamıyla önce Odessa ya geçer. Vaktiyle Bulgar Sadık çar hafiyelerinin elinden iki Rus nihilist ihtilalciyi kurtarmış, adamlarda ona adreslerini vermiştir. Doğruca o adrese giderler ve yardım isterler. Rus ihtilalciler Çarlık Rusya’sı aleyhine bir işe  gönüllüdür. Sadık ve adamları Petersburg ta ki fabrikaya işçi olarak girecektir, kimlikler hazırlanır yola çıkarlar. Bir de bayan kılavuzları vardır. İşçi olarak girdikten bir hafta sonra cephanelik havaya uçmuştur. Sadık günahı olmayan işçilerin ölümünden ayrıca vicdan azabı çekecektir ama vatani görevini yaptığını söyleyerek kendi kendini teselli edecektir. Daha sonra Kafkas İslam ordusunda görevlendirilir. Fakat Batum’da Mondoros mütarekesini öğrenir. İstanbul’a geldiğinde işgalci gemilerini görünce ağlayarak Üsküdar’daki evine inzivaya çekilir. Her sabah namaza camiye gitmektedir bir gün eve döndüğünde Rumların İngilizlerle beraber evinde arama yaptıklarını öğrenince  ailesiyle helalleşip silahını kuşanır ve eski çete arkadaşlarını bulup teşkilatlanırlar. Şile  Rumları eşkıyalığa başlamıştır, İngiliz işgalci bunlara silah ve cephane vermektedir. Sadık ve arkadaşları Rumları pusuya düşürüp öldürmeye başlar, cephaneliklerini de basarlar. Daha sonrada Adapazarı üzerinden kuvvacılara katılır. Birinci ve İkinci İnönü savaşlarında ayak parmakları donduğu için sakatlanır. Sakarya savaşında  rahatsızlığı ilerlemiştir. Ayaklarını kaybeder. Zaferden sonra emekli edilir.
Gazeteci, romancı, pehlivan tefrikalarının  önde gelen isimlerinden Murat Sertoğlu’na (1911-1989) bir kurmay alb. gelir beraberindeki  kişi Bulgar Sadıktır. Murat Sertoğlu bu  ufak tefek ve sakat adamın efsane Teşkilatçı olduğuna neredeyse inanamaz.  Sadık hikayesini Murat Sertoğlu’na anlatır, Sertoğlu bunları kaleme alır, hatıralar 1966 da basılır (İtimat yayın.) Murat Sertoğlu onu tanıdıktan sonra ölümüne kadar yalnız bırakmadığını yazmaktadır. Çocukluğumdan Bulgar Sadık adlı bir Yeşilçam filmini varlığını hatırlıyorum, başrolde vakitsiz giden karakter oyuncularından Turan Seyfioğlu olacaktı. Hikaye gerçek miydi yoksa masal mı? hatıralara sahafta rastladım, alıp okuyunca Sadık’ın eski adıyla Stoyan’ın varlığına inandım. Petersburg’daki cephanelik sabotajını da emekli  bir askeri tarihçiye sordum, olay gerçekmiş, bizim bir zamanlar işte böyle adamlarımız varmış. Bir de onları sinemaya aktaran “yerli ve milli“ sinemacılarımız. Şimdi Türk sineması “entel” oldu, böyle filimler de Arşiv belgesi. Zamane Sinema’mız yabancılaşmanın değirmenine su taşımakla meşgul.
Cumhuriyet tarihçilerimizin Bulgar Sadık ile ilgilenebileceğini sanmıyorum. Konuları “Lozan Güzellemesi“ ile sınırlıdır, vakitleri yoktur. Yunanlıların Tanzimat imarı Dedeağaç Limanının üstüne konduğundan bile haberleri yoktur, ya Limni adası, Mondros orada değimliydi? Çoğu da ATASE arşivine giremez ve gazete okuyacak kadar bile eski yazı bilmez. Belki Askeri Tarihçiler konuya eğilebilir. İnşallah!



MÜMİN GENÇOĞLU ANMA TÖRENİ

Balkan Türklerininn “Mümin Aga”sı, Bal-Göç ve BGF Federasyonu Kurucu Başkanı, Bursa sanayisinin duayen ismi, Mümin Gençoğlu’nun aramızdan ayrılışının 25. yılında,
7 Şubat 2018 Çarşamba günü saat 11:00’de Bursa Emirsultan Mezarlığı’ndaki kabri başında anma töreni düzenlenecektir.


MÜMİN GENÇOĞLU

Bulgaristan’ın Kırcaali ili Darıdere kasabasına bağlı, Kirli bucağı Yiğitler Köyünde 1932 yılında dünyaya geldi. 1948 yılında Kırcaali Rüştiyesi'nden mezun oldu.

1950-51 yıllarında yaşanan göç sonucunda Bulgaristan'dan Türkiye'ye ailesi ile birlikte göç etmek zorunda kalarak Bursa’ya yerleşti. 1951-1955 yılları arasında Bursa Belediyesi ile Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nda görev yaptı. 1956-1959 yıllarında İnegöl Ticaret ve Sanayi Odası Genel Sekreterliği görevinde bulunan Gençoğlu, 1959 yılında Bursa'da ticari hayata atıldı.

1965-1969 yılları arasında Bursa Belediyesi Meclis üyeliği ile Adalet Partisi Bursa İl Yönetim Kurulu İkinci Başkanlığı da yapan Gençoğlu, etkin çalışmalarıyla Bursa siyasi hayatında da kendisini kabul ettirdi.

Ticari hayatta özellikle tütün alımı ve ihracatı ile uğraştı. 1970-1972 yıllarında Türkiye'de en fazla ihracat yapan ve en fazla vergi veren işadamı olarak ödüllendirildi.

1973-1978 yılları arasında kuruluşu ve yapılanmasına büyük emekler verdiği
Bursaspor Kulübü Başkanlığı ile kentin spor dünyasına damga vurdu. 7 Ekim 1976 tarihinde Vakıfköy Tesisleri'nin temelini attı.

1983 yılında Doğru Hakimiyet gazetesini satın alarak medya sektörüne girdi. Yerel basında büyük bir rekabet ortamı yaratan ve sağladığı istihdam olanağı ile çok sayıda gazeteci yetişmesine zemin hazırlayan Mümin Gençoğlu, bu özelliği ile yerel medyanın gelişimine çok yönlü katkıda bulundu.

1983-1986 yıllarında Türkiye vergi rekortmenleri arasında yer aldı ve Bursa'da vergi rekortmeni olarak ödüllendirildi. 24 yıl Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nda Meclis Üyelisi, 20 yıl Yönetim Kurulu Üyesi, 3 yıl Oda Başkan Vekili ve 3 yıl Oda Meclis Başkanı olarak görev yaptı. Gençoğlu Bursa eğitimine önderlik ederek yaptırdığı ve kendi adını taşıyan iki okul ile adını eğitim gönüllüleri arasına da yazdırdı.

17 Ocak 1985 yılında kısa adı BAL-GÖÇ olan ve merkezi Bursa’da bulunan Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ni kuran Mümin Gençoğlu, yaşamını bir dava adamı olarak Balkan Türkleri’nin varlık mücadelesine adadı. 1987’de aynı amaçla kurulan dernekleri Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF)  çatısı altında birleştirdi. BAL-GÖÇ 11 Ağustos 1987'de 87/12003 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Kamu Yararına Çalışan Dernekler statüsüne girmiştir. Gençoğlu gerek BAL-GÖÇ Genel Başkanı, gerekse BGF Genel Başkanı olarak, yurt ve dünya çapında ses getiren hizmetlere imza attı.

1989 yılında sanayiciliğe yönelen Mümin Gençoğlu, bugün memleket ekonomisinde önemli bir yeri olan Penguen Gıda’yı oğulları ile birlikte kurdu.


1991 yılında siyasete atılarak TBMM 19. dönem Anavatan Partisi Bursa Milletvekili seçilerek Türk siyasetinin en renkli simalarından biri olmayı başaran Mümin Gençoğlu 7 Şubat 1993 günü Maliye eski bakanı Anavatan Partisi İstanbul Milletvekili ve yakın arkadaşı Adnan Kahveci’nin Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılacak cenaze törenine giderken Eskişehir'in Sivrihisar ilçesi yakınlarında geçirdiği elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı. Gençoğlu evli ve ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babasıydı.

KİTAP - Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikası

27 Aralık 2017 Çarşamba

Kader Özlem, Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikası (1991-2014), 
Bursa: Dora Yayınevi 2016, 417 sayfa.

Canan Şahin

Tarihi misyonu hasebiyle Türk tarihinden bağımsız olarak değerlendirilemeyecek olan Balkan coğrafyası geçmişten günümüze hala önemini korumaktadır. Osmanlı´dan da çok önce Balkanlara yönelen Türk göçleri Osmanlı döneminde zirve noktasına ulaşmış ve Balkan topraklarında hala aynı canlılığını korumakta olan güçlü bir Türk-Müslüman tesiri inşa edilmiştir. Osmanlı imparatorluğunun Balkanlardan çekilmeye başlaması ile Balkanlar´da yaşayan Türk azınlıklar bu tarihi geçmişin eser ve mirasçıları olarak geride kalmış, Balkanlardaki Türk kültürel etkisini sürdürmüşlerdir. Bu sebeple değerlendirmesini yapacağımız eserin konusu olan Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ile bununla bağlantılı olarak Balkanlardan Türk göçleri konuları geçmişi yorumlayabilmek ve bu uzun tarihsel süreci değerlendirebilmek adına oldukça önemlidir. Ayrıca bu süreç içerisinde Balkanlardaki bu mirasa sahip çıkabilmek ve bölgedeki Türk azınlıkların hukuksal statülerini koruyabilmek adına Türkiye Cumhuriyetine önemli sorumluluklar düşmektedir.  Bu sorumlulukların neler olduğunun ve mevcut şartlar içerisinde ne derece yerine getirilebildiklerinin değerlendirilmesi açısından da bu çalışma oldukça ilgi çekicidir. Çalışmanın ana konusu ve amacı her biri farklı durum ve hukuksal şartlara tabi olan Balkan Türklerine karşı Türkiye´nin nasıl bir politika izlediğinin değerlendirilmesidir.
Çalışmanın daha iyi anlaşılabilmesi açısından yazar hakkında kısa bir bilgi verecek olursak, Yrd. Doç. Dr. Kader Özlem Uludağ Üniversitesi´nde tamamladığı lisans ve yüksek lisans eğitiminin ardından Trakya Üniversitesi´nde başladığı doktora eğitimini bu çalışmanın da temeli niteliğinde olan “Türkiye´nin Balkan Türkleri politikasının analizi (1991-2014)” konulu tezi ile 2015 yılında tamamlamıştır. Ayrıca Türk dış politikası, Balkanlar ve özelde Bulgaristan üzerine de değerli çalışmaları bulunan yazar Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsünde görev yapmaktadır. 
Eserin giriş bölümünde yazar çalışmanın hangi amaçla ve hangi kaynaklar ve argümanlar kullanılarak hazırlandığını açıklamıştır.
Birinci bölümde yazar çalışmasını hazırlarken yararlandığı sosyal inşacılık,  söylem analizi ve tümevarım gibi argümanları açıklamıştır. Sosyal inşacılık kuramının tanımı, uluslararası ilişkilerdeki yeri ve önemi, dış politika ile ilişkisi gibi konular üzerinde durulmuştur. Ayrıca sosyal inşacılık kuramında önemli bir unsur olan kimlik kavramının üzerinde durulması kitabın asıl konusu olan Türkiye ve Balkan Türkleri arasındaki ilişkilerin anlaşılabilmesi için de oldukça faydalı olmuştur. Çalışmanın bu bölümünde yararlanılan metotların açıklanması okuyucuya çalışmanın hangi yöntem ve esaslara dayanılarak hazırlandığını izah etmesi bakımından oldukça önemlidir. 
İkinci bölümde 1923-1990 arasında Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası incelenirken bu dönem tek parti dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ve çok partili dönemde Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikası olarak iki ana başlığa ve alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir.  Bu alt başlıklardan biri olan Mustafa Kemal dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikasına bakacak olursak, bu dönemde Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven krallığı ile dostluk antlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmalardan özellikle Bulgaristan ile yapılan anlaşmada dikkat çekici nokta “Müslüman azınlık” kavramının kullanılmış olmasıdır. Dönemin şartları içerisinde Balkanlarda Türk ve Müslüman kavramlarının eşdeğer görülmesinin yanı sıra din olarak Müslüman olan ancak Bulgarların ısrarla “Bulgar” olarak nitelediği Pomak Türklerine karşı Türkiye´nin sahiplenme politikası olarak da yorumlanabilir. Burada dikkat çekici bir diğer nokta olarak Dostluk anlaşması ve ekli protokolle aynı gün imzalanan ikamet sözleşmesinin 2/1. maddesinde doğrudan Türk kelimesinin kullanılması, Türkiye´nin göçmen olarak gelecek kişilerin Türk olmasını istediği şeklinde yorumlanabilir.  Bu durum Türkiye´nin ulus devlet merkezli bir nüfus politikası izlemeye çalıştığını göstermesi açısından önemlidir. Yine çalışmanın bu bölümünde aynı dönemde Batı Trakya Türklerine karşı izlenen politikanın belirleyici noktası olarak 24 Temmuz 1923´te imzalanan Lausenna Barış Antlaşmasının azınlıklarla ilgili bölümü görülmüştür. Bu antlaşmada dikkati celbeden nokta, anlaşma kapsamında Türkiye´deki azınlıkların gayrimüslim unsurlar olarak nitelenmesine karşılık Yunanistan´daki Müslümanlara işaret edilmesi, Bulgaristan Türkleri örneğinde olduğu gibi din eksenli bir tanımlamaya gidildiğini göstermektedir. Bu tanımlama Ankara´nın dil veya soy ayrımı yapmadan bütün Müslümanlara sahip çıktığı şeklinde yorumlanabilir. Yine bu dönemde Sırp-Hırvat-Sloven krallığı arasındaki ilişkilere baktığımızda bu ülkeden Türkiye´ye olan göçlerde uygulanan baskı politikaları etkili olmuştur. Krallıktan Türkiye´ye olan göçlerin yaygınlaşması sonucunda Üsküp konsolosluğu göç edecek olanlardan etnisite beyan belgesi istemeye başlamış böylece Türk olmayan unsurların göçü engellenmeye çalışılmıştır.  Bu dönemde Osmanlı devletinden çok farklı bir politika izleyen yeni Türk devletinin ulus devlet merkezli bir göç politikası izlemesi dikkat çekicidir. Yani söz konusu politikayı Türkiye Balkanlardaki bütün Müslümanları sahiplenmiş ancak göç edecek unsurlar konusunda etnik kökene önem göstermiştir, şeklinde yorumlayabiliriz. Ayrıca bu dönemde Romanya ile de Türk azınlıkların haklarına ve göçlere yönelik olarak ikili anlaşmaların imzalandığı görülmektedir.
Tek parti dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ana başlığı altında İsmet İnönü dönemine baktığımızda bu dönemde Türk Dış politikasının ana ekseninde fiili savaş durumu olduğundan Balkan Türkleri ile ilgili etkin bir politika yürütülemediği görülmektedir.  İkinci dünya savaşı sonrasında on iki adanın Yunanistan´ın hakimiyet alanına girmesi ile bu adalarda yaşayan Müslümanlar Lausanne antlaşmasının 45. maddesine dahil olmuştur. Ancak bununla ilgili olarak Paris Barış antlaşmasından ayrı olarak özel bir antlaşma imzalanmamıştır. 7 Nisan 1950´de BM Ekonomik ve Sosyal konseyinde alınan ve azınlıkların durumlarını belirleyen kararın Yunanistan kısmında Lausanne barış anlaşması hükümlerinin aynen imzaladıkları gibi yürürlükte kalacağı belirtilmiştir. 
Çalışmanın ikinci bölümünün diğer ana başlığı olan çok partili dönemde Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası bölümüne baktığımızda ilk olarak demokrat parti dönemi gelişmelerine yer verilmiştir. Bu dönemde iktidar değişmesine rağmen Türkiye´nin dış politikasında önemli bir değişim yaşanmamıştır. Türkiye´nin Batı yanlısı politikası Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği´nin tepkisine sebep olmuştur. Moskova yönetimi bu politikanın bedelini ödetmek amacıyla etkisindeki Bulgaristan´ı kullanmış ve bu durum Bulgaristan-Türkiye ilişkilerinin gergin bir hal almasına sebep olmuştur. Burada dikkat çeken nokta bu dönemde  Bulgaristan´dan  Türkiye´ye olan göçlerde Moskova´nın önemli etken olmasıdır.  Demokrat parti döneminde Batı Trakya Türkleri önemli bir mesele olmuştur. Yunanistan ve Türkiye arasında 1954 yılında Balkan ittifakının imzalanması ile ilişkiler düzelmiş gibi görünse de Kıbrıs konusunda ortaya çıkan meseleler sebebiyle olaylar içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu dönemde meydana gelen 6-7 Eylül olayları gündemi oldukça meşgul etmiştir. Bu olaylarla birlikte Yunanistan´da Türk azınlığa yönelik baskılar artmıştır. DP iktidarı döneminde Yunanistan ile olan sorunlara nazaran Yugoslavya Türkleri meselesinde önemli bir sorun olmamıştır. 
Türkiye´nin Balkan Türkleri ile ilgili politikasında 1960 ve 1970´li yıllardaki gelişmelere de yer veren çalışma bu dönemde dış politikada ana meselenin Kıbrıs sorunu yani buna bağlı olarak Yunanistan ile sorunlu ilişkilerin yanı sıra Batı ile ilişkilerin sorgulanması olduğu üzerinde durmaktadır. Bu çerçevede Süleyman Demirel dönemi Türkiye Bulgaristan ilişkilerine değinilirken önemli bir nokta olarak Başbakan Demirel ´in Bulgaristan´ı ziyareti esnasında ve sonrasında yaşanan olaylar anlatılmıştır. Ayrıca bu sırada muhalefet lideri olan Bülent Ecevit´in Bulgaristan ziyaretine de yer verilmiştir. Bu dönemde Yunanistan ile yaşanan Kıbrıs meselesi azınlıkları da oldukça olumsuz etkilemiştir. Aynı dönemde dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve muhalefet lideri Bülent Ecevit´in Yugoslavya´yı ziyaretlerine de yer verilmiştir. Burada dikkat çekici bir nokta olarak ziyaret tarihi itibariyle “Kıbrıs fatihi” unvanı taşıyan Ecevit´in Yugoslavya´da sevinç gösteriyle adeta bir devlet başkanı gibi karşılanmış olmasıdır.  Romanya ile bu dönemde “Türk azınlık” konusunda büyük bir sorun yaşanmamış olsa da Romanya Türklerinin durumunun çok iyi olduğu söylenemez. 1980 yılında yapılan darbe ile Türkiye´nin siyasi durumunda önemli değişiklikler olmuştur. Bu yıllarda Türkiye´nin dış politikası genel olarak ABD ve Ortadoğu üzerine yoğunlaşmış olsa da Bulgaristan ve Batı Trakya Türklerine karşı yürütülen asimilasyon politikaları dış politikada önemli bir sorun olmuştur. Çalışmanın bu kısmında Turgut Özal döneminde Bulgaristan ve Yunanistan ile yaşanan gelişmelere de yer verilmiş ve bu süreçte olan olaylar değerlendirilmiştir.  Bu süreçte önemli bir gelişme olarak Yunanistan´ın azınlık vakıf mallarına yönelik faaliyette bulunması Batı Trakya Türklerine yönelik baskıların artmasına sebep olmuştur.  Batı Trakya Türkleri Lausanne Barış Antlaşması´ndan doğan azınlık haklarından mahrum bırakılmışlardır. Özetleyecek olursak çalışma da Batı Trakya Türklerinin kaderinin Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin seyrine bağlı olduğu üzerinde durulmuştur. 1980´li yıllarda Türkiye-Yugoslavya arasındaki ilişkilerde Türk azınlık sorun olmamıştır. Bu dönemde Kenan Evren´in Yugoslavya ziyareti ve ilişkiler üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu dönemde Bulgaristan Türklerinin asimilasyon ve Batı Trakya Türklerinin ise azınlık hak ihlallerine maruz kalması yanında 1989´da Bulgaristan´dan yaşanan zorunlu göçün  döneme damgasını vurduğu üzerinde durulmuştur. Aynı dönemde Romanya ve Yugoslavya Türkleriyle ilgili gelişmeler daha sakin olduğu için biraz daha arka planda kaldıkları görülmektedir.
Türkiye´nin Balkan politikasının profili (1991-2014)  başlığını taşıyan çalışmanın üçüncü bölümünde soğuk savaş sonrası dönemde Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu´da yaşanan sorunların Türkiye´yi bu bölgelere yönelik aktif bir politika izlemeye yönlendirdiği üzerinde durulmuştur. Türkiye kendisi de coğrafi olarak bir Balkan ülkesi sayılmasının yanı sıra gerek Balkanlardaki Türk tarihi mirası gerekse Balkanların Türkiye´nin Batıya açılan kapısı olması sebebiyle geçmişten günümüze önemini koruması üzerinde durulmuştur. 1990´lı yıllarda Türkiye´nin Balkan politikasının odak noktasını Yugoslavya´nın kanlı bir şekilde dağılma sürecine girmesi ve SSCB´nin politikalarına karşı aktif bir diplomasi izlenmesi gerekliliği oluşturmuştur. 
Bu döneme denk gelen Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş Türk siyasi gündeminde ilk sıraya otururken Balkan coğrafyasında yaşanan olaylar ikinci planda kalmıştır. Türkiye bu dönemde Yugoslavya´nın toprak bütünlüğünden yana bir politika izlemiştir. Çalışmanın bu kısmında önemli odak noktaları olarak Yugoslavya´nın dağılması sonrası Bosna´da Müslümanlara yönelik başlayan etnik kıyım ve temizlik ve buna benzer olarak aynı şekilde NATO müdahalesi ile sonuçlanan Kosova meselesine değinilmiştir. Yine önemli bir ayrıntı olarak Bosna katliamından sonra Türkiye´nin Yugoslavya´ya karşı tavrının değiştiğini de belirtmemiz gerekir. Aynı dönemde Makedonya´nın yaşadığı sıkıntılı süreçte Türkiye maddi-manevi yardımları ile bir nevi bu ülkenin çıkış kapısı olmuştur. Çalışmanın bu kısmında ayrıca Türkiye, Sırbistan ve Yunanistan´ın Balkan coğrafyası üzerindeki rekabetlerine de yer verilmiş ve bu süreçte Yunanistan´ın sert ve yanlış politikalarının Türkiye için bu coğrafyada bir artı olduğu belirtilmiştir. Türkiye bu süreçte Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya ile ikili anlaşmalar imzalamıştır. Bu dönemde diğer önemli bir nokta olarak Balkan ülkelerinde ABD ve AB etkisi süreci değerlendirilmiştir. Bu dönemde Türkiye´nin Balkan coğrafyasındaki bölgesel çıkarları batı ile örtüşse de AB´nin Balkanlarda etkin olması Türkiye´yi ikinci plana itmiştir. Ayrıca bu kısımda Ak partinin iktidara gelmesinden sonra Balkanlara yönelik izlenen aktif politika ve bunun Osmanlıyı canlandırmaya yönelik olduğuna dair oluşan fikirlere de yer verilmiştir. Tarihi seyir içerisinde 1990´lı yıllarda savaş noktasına ulaşabilecek boyutta olan sorunlu Türk Yunan ilişkileri 2000´li yıllarda daha sakin bir hal almıştır. 
Çalışmanın üçüncü bölümünün ikinci ana başlığı olan Türkiye´de siyasi yapı kısmına bakacak olursak, 1991-2014 arasındaki siyasi yapıyı incelenirken sürecin cumhurbaşkanları, başbakanları ve dışişleri bakanları ayrı ayrı incelenmiş ve söylemlerine yer verilmiştir. Yazar soğuk savaş sonrası Türkiye´deki siyasi yapıyı kesin çizgilerle belirlenen iki döneme ayırmıştır. Bunlardan ilki 1991-2002 arası koalisyon hükümetleri dönemi, ikincisi ise tek başına iktidara gelen ak parti dönemidir. Bu kısımda ayrıca cumhurbaşkanlarının seçiliş aşamalarındaki değişikliklerin yanı sıra 1989-2014 arasındaki cumhurbaşkanları, başbakanlar ve dışişleri bakanları ile ilgili kısa bilgilere yer verilmiştir. Dikkat çekici bir nokta olarak 1991-2002 sürecinde kısa sürelerle değişen siyasi yapılara değinildikten sonra 2002 yılından sonra önceki döneme tezat olarak başlayan tek parti iktidarı dönemi kısaca değerlendirilmiştir. 
Üçüncü bölümün devamında bu süreçte Balkan Türklerinin durumu konusu işlenirken Bulgaristan Türkleri, Batı Trakya Türkleri, Makedonya Türkleri, Romanya Türkleri, Kosova Türkleri ayrı başlıklar altında ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu kısımda yukarıda sözü edilen devletlerde yaşayan Türklerin demografik, siyasi, hukuki, dini yapılarının yanı sıra haklarını savunmak ve etkinliklerini artırmak için kurdukları sivil toplum örgütleri de değerlendirilmiştir. 
Dördüncü bölümde 1991-2014 yılları arasında Türkiye´nin Bulgaristan politikası ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Bulgaristan ´da 1990´lı yıllarda yaşanan gelişmeler Türk azınlık noktasında Türkiye´nin dikkatini çekmiştir. Bu dönemde Jivkov´ un devrilmesinin ardından Türk ve Bulgar siyasi liderleri arasındaki toplantılar ve sonuçları gündemin önemli konularından olmuştur. Siyasi liderler bu toplantılar ve sonrasındaki söylemleri ile Türkiye için Türk azınlığın önemini vurgulamanın yanı sıra bu konuda Türkiye´nin sorumlulukları olduğunu da dile getirmişlerdir. Burada dikkat çekici bir nokta olarak Türk siyasi liderlerinin Balkan Türklerine karşı izlediği politikaya tezat şekilde Iraklı sığınmacılarla ilgili tutum ve söylemlerine bakılacak olursa aslında bunlar Türkiye´nin cumhuriyet dönemindeki göç politikasının bir özeti olarak yorumlanabilir. Bu dönemde Türkiye´nin ısrarcı olduğu ve gerektiğinde müdahale etmeye hazır olduğu önemli bir konu da 1991 yılı itibariyle Bulgaristan´ın üç siyasi gücünden biri olan Türkleri siyasi alanda temsil eden HÖH´ün Bulgar siyasetinde etkin olmasının sağlanmasıydı. Bu amaca yönelik olarak cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın Bulgaristan baş müftülüğü ile çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH ile diyalog kurması önemli bir adım olmuştur. Ayrıca bu bölümde Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer dönemindeki Türk Bulgar ilişkileri de değerlendirilmiştir. Bu bölümün ikinci ana başlığı olarak ak parti döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler ele alınmıştır. Koalisyon dönemindeki ile benzer olarak bu dönemde de ikili ilişkilerde Türk azınlık konusu belirleyici odak noktası olmuştur. Bunun yanı sıra iki ülke arasındaki ticari ve kültürel faaliyetlere de ilişkilerde önemli bir yere sahiptir. Bulgaristan´da yapılan seçimlerde Türkiye´nin ve Türklerin etkin rol oynaması siyasi alanda yer alınmasına verilen önemi göstermektedir. Ayrıca bu kısımda HÖH ile Türkiye arasındaki sorunlu dönem ve daha sonra bu sorunların giderilerek ilişkilerin normalleşme süreci izah edilmiştir. 
Çalışmanın beşinci bölümünde Türkiye´nin 1991- 2014 yılları arasındaki Batı Trakya Türkleri Politikası koalisyon hükümetleri dönemi ve ak parti dönemi olarak iki ana başlık halinde ele alınmıştır. Türkiye´nin Batı Trakya Türkleri politikası 1990´lı yıllarda Türk azınlığın etnik kimliğinin inkarı, vatandaşlıktan çıkarılma, yasak bölge uygulaması,  müftülerin seçimi, eğitim gibi birçok soruna çözüm bulmak ekseninde şekillenmiştir. Yunanistan Türkiye ilişkilerinin 1955 yılı sonrasında Kıbrıs sorunu sebebiyle bozulmasına bağlı olarak Türk azınlık üzerindeki baskı da artmıştır. Bu dönemde özellikle dini konularda artan baskı ve ırkçı olarak nitelendirilen vatandaşlık kanunun çıkarılması iki ülke arasındaki gerginliği artırmıştır. Yunanistan´ın bu politika ve hak ihlallerine karşı gerekli adımlar atılmıştır. Ayrıca bu dönemde Dr. Sadık Ahmet´in şüpheli bir trafik kazası sonucu ölümü, Kardak ve Kıbrıs olayları da dönemin ilişkileri etkileyen önemli olayları olmuştur. Türkiye bu dönemde İstanbul Rumlarına tanınan hakların Batı Trakya Türklerine de tanınmasını istemiştir. 1999-2002 arasında Yunanistan´ın tavırlarındaki değişikliğin etkisiyle ilişkilerde “yumuşama” dönemi yaşanması azınlığın durumunda kısmi bir iyileşme sağladıysa da Atina etnik kimliğin tanınması, din ve eğitim gibi konularda geri adım atmamıştır.
Ak parti döneminde de ilişkiler genel anlamda aynı çizgide devam etmiştir. AB üyelik süreci ve Kıbrıs sorunları ana gündem maddeleri olmuş ve Ankara AB üyeliğinde önemli bir adım olan Kıbrıs konusunda Atina ile çözüm yolları üzerinde ilişkileri devam ettirmiştir. Bu kısımda iki ülke arasında gerginliğe sebep olan başka önemli bir konu olarak doğrudan Batı Trakya Türklerinin dini hayatını hedef alan 240 imam yasası üzerinde de durulmuştur. Ayrıca bu dönemde siyasi liderlerin genel söylemlerinde Batı Trakya Türklerinin iki ülke arasındaki ilişkilerde başat rol oynadığı ve köprü görevi gördüğü belirtilmiştir. 
Çalışmanın altıncı bölümünde Türkiye´nin Makedonya Türkleri politikası (1991-2014) ele alınmıştır. Koalisyon hükümetleri dönemi değerlendirilirken dönemin siyasi liderlerinin açıklamalarına yer verilmiştir. Bu dönemde ikili ilişkiler doğrudan Makedonya Türkleri üzerinden değil, genel meseleler üzerinden yürütülmüştür. Bu durum Makedonya Türklerinde ihmal edildikleri hissini uyandırsa da böyle bir durum söz konusu değildir. Genel olarak olumlu bir seyir izleyen Üsküp Ankara ilişkilerine 1955 yılı sonlarında kısa süreli bir durgunluk hakim olmuştur. 
17 Ağustos 1999 depreminin ardından Makedonya Türklerinin yardım göndererek Türkiye ´ye destek olmaya çalışması dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel´i derinden etkilemiştir. Bu kısımda ayrıca Ohri çerçeve antlaşması ve Türkiye´nin Makedonya Türklerini bu sürece dahil etme çabasına da yer verilmiştir. Ak parti döneminde de ilişkiler benzer çizgide ilerlemiştir. Genel söylem olarak Makedonya Türkleri ikili ilişkilerde dostluk köprüsü olarak görülmüştür.
Yedinci bölümde Türkiye´nin Kosova Türkleri politikası (1991-2014) değerlendirilmiştir. Yugoslavya´nın dağılma sürecinde Kosova´nın geleceği ve ülkedeki Türk azınlığın durumu Türkiye´nin ana gündem maddeleri olmuştur. Mart 1989´da Sırbistan anayasasında yapılan düzenlemeyle Kosova´nın otonom statüsünün kaldırılarak Belgrad´a katılması olayların başlamasının sebebi olmuştur. Bu süreçte Kosova idaresine karşı Türk ve Arnavutların tutumları farklı olmuştur. Kosova´nın bağımsızlık sürecinde Arnavutların Türkiye´den bekledikleri yardımı alamamaları hayal kırıklığına sebep olmuştur. Türkiye NATO müdahalesi sonrasında Türk azınlığın haklarının korunmasına önem vermiş olsa da Türkler bu süreçte işlerini kaybetmenin yanında hak kayıplarına da uğramıştır. Türkçenin kullanımı için 1974 anayasası kapsamında elde edilen kazanımların kaybedilmesi önemli bir kayıp olmuştur. Bu kısımda değinilen ak parti dönemi politikasında dikkat çeken nokta sadece Türk azınlığa değil, çoğunluğa hitap eden bir politika izlenmiş olmasıdır. Bu dönemde Kosova Türkleri siyasi temsil yoluyla sorunlarını daha etkili bir şekilde dile getirerek, kaybettikleri hakları büyük oranda geri almışlardır. Bağımsızlık süreci ve sonrasında Ankara Kosova Türklerinin kendi dil ve dinlerini korumaları yanında diğer etnik gruplarla ülkelerinin geleceği için birlikte hareket etmelerini istemiştir. 
Türkiye´nin Romanya Türkleri politikası (1991-2014) adını taşıyan son bölümünde koalisyon hükümetleri ve ak parti dönemi politikaları ayrı başlıklar altında incelenmiştir. Romanya´da 1990´lı yıllardaki demokratikleşme sürecinden Romanya´daki Türklerde faydalanarak geniş hak ve özgürlüklere sahip olmuşlardır. Bu kısımda başlangıçta birlik içerisinde hareket edemeyen Osmanlı ve Tatar Türklerinin bu durumu zamanla fırsata çevirmesi sırasındaki gelişmelere de yer verilmiştir. Türkiye ve Romanya arsındaki ikili ilişkiler siyasi liderlerin düzenli olarak görüşmesiyle olumlu bir seyir içerisinde 1990´lı yıllar boyunca devam etmiştir. Türkiye Balkanlardaki diğer Türk azınlıkların sorunları doğrultusunda bir politika izlerken buna tezat olarak Romanya Türkleri ile ilgili sorun olmadığından azınlığın talepleri doğrultusunda bir politika izlenmiştir. Ak parti döneminde de ikili ilişkiler aynı olumlu seyir içinde ve görüşme trafiği ile geçmiştir. Bu dönemde ilişkilerde enerji anlaşmalarının gündem maddesi olması yanında Romanya Türkleri de söylemlerde somut olarak yer almıştır. Ayrıca ikili ilişkilerde kardeş belediyecilik anlaşmaları ve TİKA´nın faaliyetleri de önemli faktörler olmuştur. Sonuç bölümünde yazar kitabın kısa bir değerlendirmesini yapmış ve önemli noktalara değinmiştir. Çalışmada izah edilen bütün ikili ilişkilerde Türk azınlık ülkeler arasındaki bir dostluk köprüsü olarak değerlendirilmiş ve asimile olmadan dil ve dinlerini koruyarak bulundukları ülkeye uyum sağlamalarının önemi vurgulanmıştır.
Eserin genel bir değerlendirmesini yapacak olursak, ifade biçiminin güçlü olması ve konu bütünlüğünün sağlanmış olması eserin amacına ulaşmasında önemli bir adım olmuştur. Eserin yazımında kullanılan söylem analizi metodu konunun nesnel bir bakış açısıyla ele alınmasını sağlamıştır. Çalışma alanındaki eserler içerisinde bu yönleriyle önemli bir yere sahip olabilecek değerdedir. Eserde uzun bir tarihsel süreç geniş kaynaklara dayalı olarak ve açık bir üslupla kaleme alındığı için geniş okuyucu kitlesine hitap edebilecek bir niteliği haizdir.

Prof. Dr. Yüksel Özkan: 'Değişmeyen tek şey değişimdir...'

26 Aralık 2017 Salı

BAL-GÖÇ ve B.G.F  Başkanı Prof. Dr. Yüksel Özkan'ın Mestanlı'da düzenlenen şehitleri anma töreninde okunan mesajı:



Sayın Belediye Başkanım davetiniz için teşekkür ederim.
Çok değerli hazirun, 
kıymetli hemşehrilerim.
Çok arzu etmeme rağmen Bursada genel kurulumuz öncesi ve sonrası süreçte kanun gereği tamamlanması gereken işler  nedeniyle  bu törene  katılamıyorum.
Evvela yakın zamanda katledilen çocuğumuz nedenile siz yasta  olan Mestanlı hemşehrilerimin ve ailesinin  acısını paylaşıyorum.
Allah rahmet etsin.
Başınız sağolsun, yakınlarına Allahtan sabır diliyorum.                      

24 Aralıkta Eyridere Sütkesiğinde daha sonra Killi de Türkan çeşmede  ve bugünde Mestanlı meydanında şehitlerimizi anma törenlerine katılan ve bu davanın ruhuna sahip çıkan siz sevgili kardeşlerimi en içten kalbi duygularımla selamlıyor ve kutluyorum. 
Hak, Özgürlük mücadelesinin yıl dönümünde tüm Demokrasi Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şaad olsun. Şehidlerimizin ruhları Bulgaristan  Demokraksinin ışığı ve meşalesi oldu ve olmaya devam edecek.  Karanlık totaliter rejimin sayfaları geride kaldı.

Biz Bulgaristan Türkleri rövanşist değiliz, sevgi ve hoşgörünün Balkanlarda temsilcisiyiz. Geçmişe takılıp kalmayız aydınlık  gelecekler için birlik ve beraberlik ruhu ile mücadele ederiz. Biz  bu toprakların asli unsurlarıyız, Bulgaristanın sevdalısıyız. Bu ülkeninde  birinci sınıf vatandaşı olmak istiyoruz. Kurumlardaki ayrımcılığın sona ermesi en büyük arzumuz . Biz demokrasi sevdalısı bir toplumuz.
Etnik ve dini kökene dayalı her çeşit uygulamalara karşıyız.
Bulgaristanz'daki farklılıklarımızı biz bu topraklarda ve AB coğrafyasında  zenginlik olarak görüyoruz, ayrımcılığa karşıyız. Biz Federasyon olarak Bulgaristanın bir Ocak 2018 yılında  başlayacak olan AB dönem başkanlığına var gücümüzle destek vereceğiz.  Dilimizi, dinimizi, kültürümüzü korumak suç mu? Bunu yaparken bizleri totaliter rejim yok etmeye calişmadımı? Acılar ve göz yaşı dolu karanlık Jivkov  tarihten ders alıp birlik ve beraberlerliğimizden ödün vermemeliyiz. Dört yıl  önce  soğuk ve donducu  bir kış günü bu meydandaki anma töreninde   "değişmeyen tek şey değişimdir, birlik ve beraberlik altında bunu yapın, bu çatı altında mücadelenizi verin" demiştim. Yine aynı dileklerimi Federadyonumuz adına  tekrar etmek istiyorum . Değerli kardeşlerim yaklaşan 2018 yenı yılınızı kutluyorum. "Birlik ve Beraberlik" yılımız olsun inşallah.  Hepinize sevdikleriniz ile beraber sağlık, başarı, bereket ve mutluluklar diliyorum. Bulgar kardeşlerimizin de Koleda bayramını ve yeni yıllarını en içten sevgi ve saygılarımla  kutluyorum. Hepinize sevgi ve Saygılarımla. 

Prof. Dr. Yüksel Özkan
BAL-GÖÇ ve B.G.F  Başkanı

Bursa

Türkan bebek Edirne'de anıldı

24 Aralık 2017 Pazar

Türkan Bebek Ölümünün 33. Yılında Anıldı


Bulgaristan'da, 1984 yılındaki zorunlu asimilasyon girişimi sırasında çıkan olaylarda annesinin kucağında öldürülen 17 aylık Türkan Feyzullah anıldı.

Şükrüpaşa Mahallesi'nde Türkan bebeğin anısını yaşatmak için yaptırılan park ve heykelin bulunduğu alanda düzenlenen anma töreninde, saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve Türkan bebek anıtına çelenk sunuldu.

Edirne Valisi Günay Özdemir, burada yaptığı konuşmada, Türk milletinin tarih boyunca her zaman zulmün ve zalimin karşısında olduğunu söyledi.

Türkiye'nin zulüm gören bütün insanlığa gönlünü ve kapısını açarak bu konuda yardıma ihtiyacı olanlara her türlü desteğin verdiğini belirten Özdemir, "Dün olduğu gibi bugün de dünyanın neresinde bir zulüm varsa yine aynı şekilde karşı çıkan ve mazlumlara kapısını açan dünyada en büyük ve tek ülke olma vasfımızı da hala sürdürüyoruz." dedi.

Özdemir, 15. ve 16. yüzyılda dünyanın deşik yerlerindeki zulümlerden kaçan Yahudilerin Edirne'ye gelip yerleştiği ve 13 ayrı sinagog kurduğunu aktararak, şunları kaydetti: 

"Bu gösteriyor ki Edirne tarih boyunca bu konuda her türlü mazlumun yanında yer almış. Daha sonra sinagoglar yandıktan sonra dönemin padişahı Abdülhamid Han bugünkü sinagogu yaptırıyor. Avrupa'nın önemli sinagoglarından birisi.

Şu an dünyada Kudüs konusu gündeme geldiği zaman gördük ki siyonizm artık diğer inanç ve düşüncedeki insanlara zulmeden, hatta Yahudilere de zulmeden bir aşamaya doğru gitmek üzere. Biz inanıyoruz ki ileride siyonistler Yahudilere zulmederse bizim kapımız yine Yahudilere açık olacak. Zulme uğrayan Yahudilere de yine aynı şekilde biz ev sahipliği yapacağız."

Özdemir, Balkanlar'daki soydaşların tarih boyunca Balkanlar'a huzur, mutluluk, barış ve imar götürdüğünü vurguladı.

Balkanlar'da soydaşların tarih boyunca çeşitli sıkıntılar çektiğini ve zulümler gördüğünü dile getiren Özdemir, şöyle devam etti: 

"En son yaşanan zulümlerden birisi de bugün andığımız şehit olan Türkan bebek ve şehitler. Son dönemde Bulgaristan'da, Balkanlar'da da gerçekten ciddi anlamda demokratik gelişmeler olmakta. Özellikle Bulgaristan konusuna değinmek istiyorum. Avrupa Birliği demokrasi olarak dünyada örnek olmasına rağmen son dönemde görüyoruz ki demokrasiden, insan haklarından uzaklaşan bir seyir çiziyor. Bulgaristan da son dönemde gerçekten oradaki soydaşlarımız, Müslüman kardeşlerimiz ve oradaki diğer farklı inanç ve düşüncedeki insanlar beraber yaşama, birlikte yaşama anlamında da demokratik gelişme olarak önemli mesafeler katediyor. Camilerin yapılması, kültürel anlamda faaliyetlerin yapılması, farklı inanç ve düşüncedeki insanların da inançlarını yaşama ile ilgili öneli yapıların ve altyapıların yapılmasıyla ilgili ciddi çalışmalar var. Bundan dolayı da hem oradaki siyasi partilerimizin aynı zamanda oradaki şu anda hükümette bulunan Başbakan Borisov'un da ciddi destekleri olacağına inanıyorum. Bundan sonra daha iyi açılımlar olacağını düşünerek kendisine de teşekkür ediyorum."

Özdemir, Balkanlar'a her türlü yardımı ve hizmeti yapmaya hazır olduklarını sözlerine ekledi.

-"Şehit polis adına Bulgaristan'daki köyünde çeşme"

Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan da Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliamın sembol ismi haline gelen şehit Türkan bebeğin rahmet, minnet ve şükranla yad edildiğini ifade etti.

Türkan bebeğin aziz hatırası önünde saygıyla eğildiğini söyleyen Gürkan, konuşmasını şöyle sürdürdü: 

"Yine bugün her ikisi de yaşasalardı Türkan bebekle aynı yaşta olan evladımız, kızımız şehit Nefize Çetin Özsoy'u da bir kez daha rahmet ve minnetle yad ediyorum. Nefize kızımız da Türkan bebek gibi o zulümden bir şekilde nasibini almış evladımızdı. Onun ailesi de Bulgaristan'daki bu zulüm politikaları nedeniyle Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Muhacir olmuştu. Burada babası ve annesinin gayretleriyle eğitimini tamamlamış, öğretmen olmuş ama atanamadığı için polisliği seçmiş ve polislik sırasında anavatanını terörün hain kurşunlarından korumaya çalışırken vatan toprakları için kendi bedenini, kendi canını gözünü kırpmadan kahpe kurşunlarına karşı siper ederek anavatanda şehit olmuş ve Edirne'ye defnedilmişti.

Dost ve kardeş belediyemiz Kırcaali Belediyesi ile yaptığımız görüşmede, 'Türkan bebeğimizin, evladımızın doğduğu köyde onun adına bir çeşmesi var. Biz, kızımızın doğduğu Kırcaali'nin Çiftlik köyünde de Nefize Çetin Özsoy adına da bir çeşme yapalım.' dedik. Bu teklifi İçişleri Bakanlığımıza ileteceğiz, onaylaması halinde en kısa zamanda kardeş belediyemiz Kırcaali ile kardeş başkanım, dostum Hasan Aziz ile birlikte Çiftlik köyünde Nefize Çetin Özsoy adına da hatıra çeşmesine yaparak onun ismini de sonsuza kadar yaşatacağız inşallah."

Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Genel Başkanı Zürfettin Hacıoğlu ise Bulgaristan'da 1984'te Türk ve Müslüman isimlerinin Bulgar ve Hristiyan isimleriyle değiştirildiğini ifade etti.

Bulgaristan Türklerinin Türkçe konuşmasının yasaklandığını anlatan Hacıoğlu, o dönemde ibadet özgürlüğünün de olmadığını kaydetti.

Bulgaristan'dan gelen öğrencilerin şiir okuduğu programda, Türkan bebek ve tüm şehitler için dua edildi, katılanlara ikramda bulunuldu.

Programa, 54. Mekanize Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Salim Afgün, Edirne Emniyet Müdürü Ali Kemal KurtEdirne Jandarma Komutanı Albay Alpaslan Doğan, Bulgaristan Kırcaali Belediye Başkan Yardımcısı Mümin Ali, Edirne Milli Eğitim Müdürü Hakan Cırıt, Edirne Müftüsü Emrullah ÜzümEdirne Halk Eğitim Merkezi Müdürü Recep KozanEdirne Balkan Türkleri Federasyonu Genel Başkanı Nedim Dönmez, TrakyaBalkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cevat Güneş, Bulgaristan'dan ve çeşitli illerden gelen vatandaşlar da katıldı.

TURHAN GENÇOĞLU: “Zaman fedakârlık ve birleşme zamanıdır”

Gençoğlu'ndan BAL-GÖÇ Genel Kurulu’nda tarihi çağrı: “Zaman fedakârlık ve birleşme zamanıdır”

Balkanların efsane ismi babası gibi hayatını soydaşların mücadelesine adayan Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu, bugün Birleşmiş Milletler nezdinde dahi kabul gören BAL-GÖÇ'ün 17. Genel Kurulunda tarihi mesajlar verdi.  

Türkçe eğitim gören öğrenci sayısı, ekonomik zorluklar ve göç, temsilde yaşanan sorunlar ile yaşanan siyasi çekişmelerin derinleştiğine dikkat çeken Gençoğlu, “Geçmişi geçmişte bırakalım. Zaman fedakârlık zamanı, zaman birleşme zamanıdır. Birleşelim ve tek vücut haline gelip, ortak hareket ederek önümüzdeki dönemde Bulgaristan’da iktidar ortağı olarak soydaşlarımıza hak ettikleri hizmetleri daha iyi verebilelim.” çağrısında bulundu.

BAL-GÖÇ'ün 17. Genel Kurulu yoğun katılımla Bursa Yıldırım Belediyesi Yunus Emre Spor Kompleksi'nde gerçekleştirildi. Kongrede alkışlar eşliğinde söz alan Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu, BAL-GÖÇ'ün 1980’li yıllarda soydaşlara uygulanan insanlık dışı mezalimi kamuoyuna duyurmak amacıyla kurularak tüm dünyanın dikkatinin Bulgaristan üzerine çekilmesinin yanı sıra göç, intibak, emekli maaşları, isimlerini geri alınması, ikametgah, vatandaşlığın geri alınması, sosyal haklar, Türkiye'de oy kullanılması, denklik, BM süreci ve konfederasyon kurulması gibi önemli çalışmalara imza attığına dikkat çekti.

Sorunların çözümü noktasında başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Eski Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Mehmet Müezzinoğlu, emeği geçen ve desteklerini esirgemeyen devlet büyüklerine, bursa milletvekillerine ve siyasi parti temsilcilerine teşekkür eden Turhan Gençoğlu,  bugün gelinen noktada da yaşanan  olumsuz tabloyu çarpıcı rakamlarla gözler önüne serdi.

Gençoğlu, 'Bizler 33 yıldır çok büyük mücadeleler verdik, vermeye devam ediyoruz. Bulgaristan’daki okullarda 1990’lı yıllarda 115.000 civarında olan Türkçe ders gören öğrenci sayısının 10.000’lere düştü. Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız; ekonomik zorluklarından dolayı genç olanları büyük kısmı Avrupa’ya, anne babaları ise ülkemize göç etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Onların yaşadıkları yörelere daha iyi hizmet götürüp, ekonomik olarak kalkınmalarını sağlamak gerekiyor. Soydaşlarımızı temsil eden milletvekili sayımız 38’den 26’lara düştü.'

Gençoğlu, bu çarpıcı tespitlerinin ardından Bulgaristan’da soydaşlarımızı temsil eden siyasi parti başkanlarınıza çağrıda bulundu. 'Geçmişte yapılanları unutarak artık birleşme ve tek vücut haline gelme zamanı gelmiştir.  Geçmişte kimin hatalı olduğu önemli değil. Hepimiz fedakârlık yaparak, dünü bırakıp, yarına bakalım, küskünlükleri bırakıp birleşelim ve tek vücut haline gelip, ortak hareket ederek önümüzdeki dönemde Bulgaristan’da iktidar ortağı olarak soydaşlarımıza hak ettikleri hizmetleri daha iyi verebilelim. Siyasi bölünmüşlüğü bitirerek tek vücut haline gelip ortak hareket etmek, gerek Türkiye’de ve gerekse Bulgaristan’da yaşayan tüm soydaşlarımızın ortak dileğidir. Zaman fedakârlık zamanı, zaman birleşme zamanıdır.


TURHAN GENÇOĞLU

B.R.T.K
Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu   
Onursal Başkanı

Haliç’e demir atmış kilise

Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, yedi yıl süren restorasyonun ardından 7 Ocak 2018’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bulgar Başbakanı Boyko Borisov tarafından yeniden ibadete açılacak. Haliç’e demir atmış kilisenin ismi Hristiyan dünyasının ilk şehit kişisi olan ve azizlik mertebesine ilk yerleştirilen Stefanos’tan kaynaklanır
Şehirlerin kubbeleri karada açılmış yelkenlilere benzer. Yeryüzünün en büyük karada açılmış yelkenlisi olan Ayasofya’nın dört bir yanını da zaman içerisinde selatin camiler ve kiliseler çevrelemiştir. Bu kiliselerden bir tanesi ise adeta Haliç’e demirlemiş olan Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’dir.1898 yılında Sultan Abdülhamid Han döneminde açılışı gerçekleştirilen Demir Kilise’nin tüm parçaları Avusturya’nın Viyana şehrinde dökülmüş olup eseri hay (Ermeni) asıllı mimar Husop Aznavour tasarlamıştır. Dünyada tamamı demirden olan tek kilise olan bu dini mimari yapının sadece iç kısmındaki ikonastasis bölümü altın yaldızlı ahşap malzemeden oluşmaktadır.
Bulgarlar gerekli izni alarak bu kiliseyi yapma imkanını elde ederler
Yedi yıl gibi bir zaman içerisinde dökme demir iskeleti Wagner firması tarafından yapılan kilisenin tüm parçaları Tuna Nehri üzerinden önce Karadeniz’e oradan da İstanbul’a taşınır. Beş yüz ton demir kullanılarak tasarlanan yapı adeta modern demir çağının Eyfel Kulesi’yle birlikte en önemli sembollerinden bir tanesidir. Haliç kıyısının önemli yerleşkelerinden olan Balat semti içerisinde bulunan yapı son yedi yıl içerisinde geçirdiği hassas tamirat çalışmalarından sonra 7 Ocak 2018 tarihinde sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bulgar Başbakanı Boyko Borisov tarafından yeniden ibadete açılacak. Kilisenin tüm bakım ve onarım masraflarına 15 milyon lira harcanmış olup bu masrafların 14 milyonunu Türkiye Cumhuriyeti karşılamıştır. Geriye kalan bir milyonluk sembolik masrafı ise Bulgar hükümeti üstlenmiştir.
Güç kaybetmek istemiyorlardı 
19. yüzyılın ilk yarısına kadar İstanbul’da bulunan Bulgar Hristiyan cemaaat Rum Ortodos Patrikliği içerisinde dini ibadetlerini gerçekleştiriyordu. Zamanla gerek 19. yüzyılın milliyetçi akımlarının verdiği arzularla gerekse de Rumca ibadet dinlemek yerine kendi dillerinde ibadet etmek istekleri neticesinde Rum Ortodoks cemaatinden ayrı ve bağımsız bir yapıya ve kiliseye sahip olmak isterler. Buna öncelikle Fener Rum Ortodoks kilise yönetimi karşı çıkar. Çünkü cemaaat olarak sayıca güç kaybetmek istemiyorlardı. Bununla birlikte dönemin siyasi imtiyaz olanaklarını Bolşevik Rusya’nın da desteğiyle iyi kullanan Bulgarlar nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan gerekli izni alarak bu kiliseyi yapma imkanını elde ederler.
Anadolu Hristiyan olmayan Roma İmparatorluğu’nun egemenliğindeyken tüm baslıklara rağmen ilk Hristiyan inananları Hz. İsa’nın havarileri ve Aziz Paul vasıtasıyla dünyanın bilinen ve dünyaca kabul edilen ilk yedi kiliseyi (cemaati) kurmuşlardır. Efesus, Bergama, Smyrna (İzmir), Laodikya (Denizli), Tiyatira (Akhisar), Philedalphia (Alaşehir) ve Sardes. Bununla birlikte ilk yedi teolojik konsil Anadolu’da toplanmıştır; Meryem Ana’ya Teotokos (Tanrı’nın annesi) unvanı Anadolu’da verilmiştir. Öte yandan Aziz Paul vasıtasıyla ilk kez Antakya’da Hristiyan (İsa’ya inananlar) kelimesi kullanılmıştır. Antalyalı St. Nikolas (Noel Baba),
İzmitli Santa Barbara, Kapadokyalı
Aziz George, Niğdeli Aziz Apollonius
ve üç Kapadokyalıya azizler
Anadolulu Hristiyan din adamları
olarak önem arz ederler.
Gül formlu pencereler
Haliç’e demir atmış Bulgar Demir Kilisesi’nin ismi ise Hristiyan dünyasının ilk şehit kişisi olan ve azizlik mertebesine ilk yerleştirilen Stefanos’tan kaynaklanır. Hatta büyük Konstantin’in annesi Azize Helena’nın hac yolculuğu sırasında Kudüs’te bulup getirdiği kutsal emanetlerden bir kısmı da Aziz Stefanos’un kemikleridir. Ve bu kemikleri başkente yakın bir yere gömer. Zamanla mezarın üzerine bir kilise inşa edilir. Ve bununla birlikte bu bölge yerleşim alanı haline gelir. 20. yüzyılın başlarına kadar Ayastafanos olarak anılan bu yer günümüzde Yeşilköy adıyla bilinmektedir.
Demir Kilise’nin gül formundaki pencereleri önemli bir anlam içerir. Bir yılın 365 gününü baba- oğul - kutsal ruh üçlemesiyle anlamlandırmayı sembolize eder. R: 200, O : 90, S- 75= 365. A ise başlangıcı temsil ettiğinden 0 sayı değerindedir.
Başlangıcı bilen sonu düşünmez...

  Ali Canip Olgunlu

1